23 Aralık 2016
Sayı: SİKB 2016/01 (48)

Sermaye iktidarı dinci-mezhepçi-şoven histeriyi körüklüyor
“Kanlı da olsa, kansız da olsa” kazanan hep sermaye!
HDP’ye yönelik saldırılar sürüyor
Kayseri’de yaşanan faşist saldırılar üzerine
En büyük tekeller; en yoğun sömürü ve kölelik dayatanlar!
Kapitalizmin “fıtratında” ölüm ve yolsuzluk var!
Toplu Sözleşme Sempozyumu Sonuç Bildirgesi
Metal fabrikalarında TİS süreçleri devam ediyor!
“Süreci sonuna kadar götüreceğiz!”
Kamu Emekçileri Forumu’ndan Kamu Çalışanları Birliği’ne...
Burjuva diktatörlüğünün yönetim biçimleri
2016’nın aynasından geleceğe bakmak-1
Tetikçinin ölümü ve Paris katliamının sorumluları
Krizden “stratejik işbirliğine” Türkiye-Rusya ilişkileri
Suriye topraklarına gömülecek olan hayaller ve gerçekler
FARC: '80’li yılların tekrarı mı? - 1
Fidel ya da tarihte bireyin rolü
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri-2
Üniversitelerde gericilik tırmandırılıyor
19 Aralık Direnişi yol gösteriyor!
Bu düzende kimin yaşamı kutsal?
“Neşelen biraz, asla ölümden bahsetme, başaracağız!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Krizden “stratejik işbirliğine” Türkiye-Rusya ilişkileri

 

AKP iktidarı en başından itibaren ABD ve batılı emperyalistler hesabına ve onların çok özel destekleriyle Suriye’deki gerici iç savaşta taşeron bir güç olarak yer aldı. Kuşkusuz “yeni Osmanlıcılık” hayalleri çerçevesinde kendi büyük hesap ve beklentileri eşliğinde emperyalizme ve Siyonizm’e taşeronluğun ödülünü alacağı inancındaydı. Ne var ki “yeni Osmanlıcılık” macerasının sonu içler acısı bir iflas oldu. Tüm politikalar iflas etti ve yapılan tüm hesaplar boşa çıktı.

Boyundan büyük bir işe kalkışıp Rus uçağını düşüren Türk devletinin, sonraki bir yıl boyunca Suriye’deki gelişmelerin dışında kaldığını biliyoruz. Dış politikada tam bir çöküş yaşayan ve hareket alanı kalmayan Türkiye, nefes alabilmek için Rusya ile ilişkilerini “normalleştirme” yoluna gitmek zorunda kaldı. Bu amaçla Putin’in kapısını çalan Erdoğan’ın ödeyeceği ilk bedel kaçınılmaz olarak Suriye olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Erdoğan Suriye’de Rusya’nın çıkarlarına mahkum oldu. Rusya’nın isteği doğrultusunda her biçim ve düzeyde destekleyip silahlandırdığı çetelere tutum almak, lojistik destek ve silah akışını kesmenin yanı sıra Ahrar uş-Şam ve Nusra Cephesi gibi çetelerin Halep’ten çıkartılmasını sağlamak, Erdoğan’ın kabul etmek zorunda kaldığı ilk adımlardı.

Ankara’nın bir dizi başka konularda olduğu gibi Cerablus operasyonuna girişebilmek konusunda da Rusya’nın önünde diz çökmek zorunda kaldığını biliyoruz. Aynı şeyin “Fırat Kalkanı” operasyonu için de geçerli olduğu görüldü. Rusya’nın izniyle başlayan ”Fırat Kalkanı” operasyonunun belli bir aşamasından sonra operasyonun amacını “Esad rejimine son vermek” olduğunu açıklayan Erdoğan, Rusya’nın verdiği “açıklama istiyoruz” tepkisi karşısında, anında “Fırat Kalkanı Harekâtı'nın hedefinin bir ülke veya kişi olmadığını” söylemek zorunda kaldı ve bu alanda da ona hangi sınırlar içinde hareket etmesi ve boyunu aşan işlere kalkışmaması gerektiği yeniden hatırlatıldı.

Putin rejimi ile ilk flört adımları ve sonrası

24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesi, yakın dönem Rus-Türk ilişkilerinin en ciddi krizi olarak yaşandı ve Türk devletine faturası ağır oldu. Dış politikası çöken ve adeta nefes alamaz hale gelen Türkiye, Rusya ile ilişkilerini “normalleştirme” yoluna gitmek zorunda kaldı. Erdoğan ile Başbakan Yıldırım’ın Haziran 2016’da Rusya Milli Günü nedeniyle yayınladıkları mesajlar flörtün ilk adımı oldu. İkinci büyük adım, Erdoğan’ın Putin’e gönderdiği “özür mektubu” oldu. Bu adımlar atılırken 15 Temmuz 2016’da Türkiye, başarısız bir darbe girişimine sahne oldu ve Türk hükümetine destek içeren ilk açıklama Moskova’dan geldi. Karşılıklı atılan bu adımların ardından, Ağustos 2016’da Rusya’da Putin-Erdoğan görüşmesi oldu ve nihayet ilişkiler “normalleşmiş” oldu. Rusya’nın izni alınarak ve elbette karşılığında Rusya’ya çok şey verilerek Ağustos 2016’da başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu ile de “normalleşme” ileri biçimler kazandı. Bu adımları, Eylül 2016’da Çin’de yapılan G-20 Zirvesi’nde bir araya gelen Erdoğan ve Putin’in, enerjiden ticarete bir dizi önemli konu hakkında ikili görüşmesi izledi. Bir başka önemli adım ise Rusya Devlet Başkanı Putin’in 10 Ekim 2016’da 23. Dünya Enerji Kongresi’ne katılmak üzere İstanbul’a gelmesiydi. Uçak düşürme kriziyle birlikte durdurulan Türk Akımı projesi, İstanbul’da gerçekleştirilen Enerji Kongresi’nin hemen ardından imzalanarak, hızlı bir biçimde gündeme yeniden girdi.

“Normalleşme” sürecini hızlandırmak için peş peşe atılan bu ve benzeri adımlar, gerek genelkurmay başkanları, gerek cumhurbaşkanları ve gerekse de başbakanlar arasında yapılan görüşmelerle güvenlikten ticarete, enerjiden turizme kadar değişik konularda yapılan ve yapılması amaçlanan anlaşmalarla somut biçimler kazanıyor. Bu adımlar “stratejik düzeye” çıkarılması hedeflenen Rusya-Türkiye işbirliği ile Ortadoğu, Kafkaslar, Karadeniz ve Akdeniz’deki sorunlara da‚ ”diyalog yoluyla çözüm” bulma girişimleriyle geliştirilmek isteniyor.

Tüm bu adımların sonucunda Rusya Başbakanı Medvedev ile görüşen Başbakan Yıldırım, “Bir yıllık tatsız dönemin sona erdiğini hep beraber görüyoruz. Bir yılın bize getirdiği olumsuz tecrübeyi değerlendirerek, ilişkilerimizi stratejik düzeyde eskisinden daha da iyi bir noktaya taşıyabiliriz” diyerek alınan mesafeyi ve bundan duyulan memnuniyeti dile getirmiş oluyor.

Son altı-yedi ayda genelkurmay başkanlıkları ve dışişleri bakanlıkları da olmak üzere hemen her düzeyde karşılıklı birçok görüşme ve ziyaret, sayısız telefon trafiği birbirini izledi. Şaşırtıcı bir hızla atılan tüm bu adımların, üzerinde anlaşılan konuların ve yapılan anlaşmaların anlamı, seyri ve olası sonuçları üzerine birçok yorum ve analizler yapılmaktadır. Bunların başlıcalarından biri, Erdoğan’ın ABD ve Batı tarafından gözden çıkarıldığını, bunun 15 Temmuz’da net olarak anlaşıldığını, dolayısıyla Erdoğan Türkiye’sinin Rusya’ya, onun üzerinden de Rusya-Çin-İran eksenine kaydığı tezidir.

Tayyip Erdoğan’ın ABD ve AB emperyalistlerinin gözünden düştüğü ve artık kredisinin kalmadığı ama bugünkü koşullarda yerine konulabilecek güçlü bir alternatifin de bulunamadığı, dolayısıyla ona ‘kerhen’ katlanmak zorunda kaldıkları doğrudur. 15 Temmuz bunu teyit etti, Erdoğan da bu gerçeği açıklıkla gördü. Bunlar ne kadar gerçekse, emperyalist devler arasında saf değiştirmenin, böyle bir maceraya girişmenin kolay olmadığı, dahası bunun Türkiye payına hemen hemen imkansız olduğu da bir o kadar gerçektir. Çünkü Türkiye ekonomik, siyasi, askeri, kültürel, sosyal ve öteki her alanlarda başta ABD olmak üzere onun öncülüğündeki batılı emperyalist kampa on yıllardan beri binbir türlü derin bağlarla bağlı bir ülkedir.

Erdoğan rejiminin, Rusya’nın karşısında dizlerinin üzerine çöküp, ona yaltaklanarak Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılmayı önermesi, ABD ve batılı efendilerine bir şantaj olmanın dışında değer taşımamaktadır. Yanı sıra, bu tür çıkışlarla saplandığı Suriye bataklığında elbette ki Kürt düşmanlığı temelinde kendisine yeni müttefikler bulma ve bir ölçüde hareket alanı sağlama peşindedir. Küresel hegemonya krizinde başa güreşen ve etkili bir emperyalist odak olduğunu kanıtlayan Rusya ise, Suriye’de büyük bir inisiyatif gösterip ABD ve müttefiklerinin karşısına etkili bir şekilde çıkarak emperyalistler için yaşamsal bir çıkar alanı olan Ortadoğu’da önemli bir mevzi kazandı. Türkiye’yi kendisine yedekleyerek, daha doğrusu mahkum ederek buradaki çıkarlarını güçlendirmek, başka şeylerin yanı sıra Kafkasya’da kendisine yönelik kuşatmanın önünü almak hesabıyla hareket etmektedir. Özetle Rusya’nın girişimleri bölgesel ve küresel ölçekteki hegemonya kurma arayışlarında Türkiye’ye biçtiği rol ile alakalıdır.

Rusya’nın artan bölgesel-küresel etkisi ve Türkiye

Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonraki dönemde dünya politikasındaki etkinliğini ve gücünü büyük ölçüde kaybeden Rusya, Putin liderliğiyle kendini toparladı ve gelinen aşamada küresel bir güç güç olduğunu kanıtladı.

2008’de Gürcistan’a ve 2014’te Ukrayna’ya dönük gerçekleştirdiği askeri müdahalelerinin yanı sıra, Suriye krizinde özelikle 2015 sonrasında ortaya koyduğu askeri ve diplomatik inisiyatifle Doğu Avrupa ve Ortadoğu’daki etkisini ve gücünü sürekli arttırdı ve bunu Avrasya’daki bir takım adımlarla da geliştirdi. Gelinen aşamada Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya’da Rusya lehine değişen gelişmeler onu aynı zamanda küresel bir güç düzeyine taşımış oldu.

Doğu Avrupa, Kafkasya ve Ortadoğu’daki gelişmelerin ve bu bölgelerdeki Rusya etkisi ve gücünün artmasının Türkiye üzerinde etkide bulunması kaçınılmazdı. Zira bu bölgeler Türkiye için de büyük önem taşımaktadır. Rusya’nın bölgede gelişen etkisi ve yükselen gücü Türkiye’nin ABD ile yaşadığı kimi sorunlar ve AB ile yaşadığı krizle de birleşince Türkiye Rusya önünde diz çökerek ve elbette ki çıkarlarını da gözeterek ilişkilerini her alanda geliştirmeye büyük özen göstermektedir.

AKP iktidarı ile birlikte yola yeni Osmanlıcı projelerle çıkılmıştı ve hedef, batılı emperyalist çıkarlarla uyum içinde bölge ülkelerine nüfuz etmek, bir tür alt emperyalist güç konumu kazanmak, bunun siyasal ve iktisadi sonuçlarından sefilce yararlanmaktı. Türkiye kapitalizminin ulaştığı gelişme düzeyinin bunu hem bir ihtiyaç haline getirdiği, hem de olanaklı kıldığına inanılıyordu. Bu hedef ışığında bugünkü durum, acınacak türden bir iflas tablosudur. Rusya krizi Türk burjuvazisinin gerçek çapını gözler önüne sermiş, sahip olduğu iktisadi, siyasi ve askeri gücün sınırlarını ortaya koymuştur.” (TKİP V. Kongre Bildirisi, Aralık 2015)

Dünya olaylarının seyri ve bölgedeki gelişmelerin düzeyi bağımsız bir tutum ve iradeden yoksun olan Türk sermaye rejimine bir kez daha emperyalizmin bölgesel çıkarlarına bekçilik yapmak ve bunu sürdürmek dışında bir şans tanımamaktadır.

Bu yazı tamamlandığında Ankara’da yaşanan suikast ayrı bir değerlendirmenin konusu olabilecek önemdedir. Başkentin göbeğinde Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesi, son derece ciddi bir gelişmedir. Çok yönlü nedenlerinin yanı sıra ilişkilerin alacağı biçim üzerinde hangi yönde etkilerde bulunacağı da gelişmelerin seyri tarafından belirlenecektir.


 
§